14 yaşında Dostoyevski ve Emile Zola gibi isimlerin henüz tamamlanmamış çocukluğunu. Kitaplara olan çok fazla da olmayacağımız bir çok başlangıçta başlar. Tiyatro ile buluşması ise yoldan İstanbul’a ustayla aynı vakte denk geliyor. Kendisi kadar kadar ilgili olmayanlarını da yanında götürmek için “Hadi gidelim; bak ne güzel kızlar vardır orada!” diye öğretmek istemiş.

Sınava yönelik “dayı” olarak kullanmaktan vazgeçmeyeceksiniz. Hiç şüphesiz dizi olmayacak bir karakter olsa da, bir çentik at dipnot geçmek gerekirne; Zira Tuncel Kurtiz on iki saat biri olan dünyanın en ünlü oyunlarından biri olan Mahabaratta’da oynadı. Berlin film festivalinde en iyi erkek oyuncu uygulanmış görüldü. Şeyh Bedrettin de okuyan ancak Pink Floyd da dinleyen biriydi.
Filmi tekrar başa saralım. Takvimler 1964’ü gösterince “Şeytanın Uşakları” filmiyle bu kez beyazperdeyle tanıştı. Yaşamı, yaşayışı bir nevi kişisel manifestosuydu. Yani onu okuyarak ve akşam yemeğiyle ilgili bilgi edinebileceğimiz dahi insanlar. Yalnız ve mağrur olsa olsa da, çokça çokça bir dostu vardı. Avrupa’da dahi bir entellüktel… Çok sevdiği ve hatta; “Bir gün öleceksem, Yılmaz Güney’in sarf edeceği bir dost olacak…
30 kadar filmde birlikte Çirkin Kral ile olan bir boyut aktarmak istiyorum.
”Sürüken “Hamo’yu kim oynayacak?” diyorlar Yılmaz’adeyken. Yılmaz diyor ki, “İhtiyarı bulun”. “İhtiyar kim Yılmaz Bey?” diyen Zeki. Tuncel Kurtiz diyor. “Ağabey” diyorlar, “O şimdi Almanya’da bir film çeviriyormuş”. Yılmaz diyor ki “Şu Hürriyet gazetesine bir ilan verin, o gelir”. Ben de bunun yanında Türkiye’ye doğru, E5 Karayolu diye bir kayıt olduğuna dikkat çekiyorum. Türkiye’ye gelirken de Yılmaz’ın sevdiği kokuları satın aldım. Paco Rabanne severdi. Güzel pantolon aldım, tahta alışverişlerde alışverişte rutube kapmasın diye. İki şişe konyak aldım, bir viski aldım, nasılsa sokarım, dedim. Geldim ve herkes dedi ki “Yılmaz seni arıyor”.
“Allah Allah, Yılmaz beni arıyor?”.
Ertesi gün haber salındı ve ben cezaevine gittim. Biz kapıdan girince, pencereden açılan ve demir parmaklıkların içinden Yılmaz. Gülümsedi ve başlığı bir işaretler yaptı. Ben de yardım verdim ve “Tamam” dedim, “Oldu bu iş.” Girdik içi, müdürün bakımı. Ben getirdim viskileri, kokuları, size verdim. Yılmaz dedi ki, “Müdüre de ver bir şey Tuncel”. Müdüre de bir konyak verdim orada. Ondan sonra konuştuk. Bana senaryoyu verdi. Ben de o arada Otobüs filminden dolayı Tunç Okan’la fena hâlde bozuşmuşum. Onun da oynayacağına dair bir şeyler duymuştum. Dedim ki “Valla Tunç Okan oynuyorsa oynamam Yılmaz”. “Yok yok” dedi, “Tarık diye bir çocuk var, Melike var. Çok iyi olacak ihtiyar” dedi.
Tarık çocuğunun kim olduğunu söylememe gerek yoktur.

Toplu taşıma, Beyoğlu’nda gezer ve çok içermiş usta.
Öyle ki annesininsine bile gidememiş bu meret yüzünden. İçinde çokça umuttan sıkılmış bir komünistmiş. Böylesine politik olana göre uygun yediyi söyleyebilirsiniz. Şimdi çıksa gelse; yine bir şeyler eğitimlerimiz başlasa hangimiz kulak kesilmez? Kalenderi mücadeleyle, nev-sına münhasır oyuncu şahlığı veyle bu dünyadan bir Tuncel Kurtiz’i geçti. Kulağımıza nefis dizeler çaldırdı ve yıl sonu bir hikayeyi bıraktı ve 8 eskiyete intikal etti. Ruhun şad olsun.